Adana’dan bayan okuyucumuz: “Nazar var diye üç İhlâs ve bir Fâtiha okuyarak nazarlı kimsenin başında tuz çeviriyorlar. Bu işlem ne derece doğrudur? Nazar nasıl değer? Başkalarına nazarımız değmemesi için nelere dikkat etmeliyiz?”
NAZAR NEDİR?
İnsanları fizikî olarak yıpratan hastalıklar olduğu gibi, rûhî olarak yıkan rahatsızlıkların bulunduğu da bir vak’adır. Halk dilinde göz değmesi de denilen nazar bunlardan biridir ve gerçektir.
Başkasına nazarı geçen insan bunu bilerek yapmaz. İçinde bir takım fırtınalı/ruhsal elektro-manyetik güce benzer aşkın/yüklü duygularla muhatabına bakanlar, farkında olmadan muhatabı üzerinde yıkıma sebep olabilirler.
Bakışla verilen bu yıkıma halk arasında göz değmesi deniyor ki, nazar budur.
Peygamber Efendimizi (asm) “mecnun” diyerek küçümsemeye çalışan Mekkeli müşrikler, Kur’ân’ın olağanüstü i’câzı karşısında öylesine büyülenmişlerdi ki, bu Kitabın-–hâşâ—mecnun dedikleri birisinin elinde zuhur etmesini kabul edememişlerdi. Allah korumasaydı, neredeyse Resûlullah’a (asm) gözleriyle zarar vereceklerdi.
Bu hususu Kur’ân şöyle zikreder: “Doğrusu inkâr edenler, Kur’ân’ı dinlediklerinde neredeyse seni gözleriyle devireceklerdi. ‘O mecnundur’ diyorlardı.” 1
Üstad Bedîüzzaman Hazretleri de (ra) nazardan şiddetle müteessir olduğunu ve nazarın kendisini hasta ettiğini, “Nazar deveyi tencereye, insanı mezara sokar.” 2 hadisini zikrederek beyan eder.3
NELERE DİKKAT EDELİM?
İnsanoğlu olarak her zaman hem bakan taraf, hem de bakılan taraf olduğumuzu unutmamalıyız. Yani hem her şey her zaman gözümüzün görüş sahası içinde; hem de biz her zaman herkesin gözü önündeyiz.
Nazar konusunda iki hususa dikkat etmeliyiz:
1- Kendi bakışlarımızı terbiye altına almak.
2- Karşı tarafın bakışlarına hedef olmaktan kaçınmak.
BAKIŞLARIMIZI TERBİYE ETMELİYİZ
Hepimiz her zaman başkasını denetleriz; ölçeriz, biçeriz, eleştiririz, azımsarız, çok görürüz, gözümüzde büyütürüz, küçültürüz, havsalamıza sığdıramayız, gördüklerimize inanamayız, duyduklarımıza hayret ederiz. İçimizde hayranlık uyandıran veya olumlu-olumsuz fırtınalara sebep olan ya da varlığına inanamadığımız bir olay karşısında çoğu zaman şaşırıp kalırız. Öylesine hayret ederiz ki, neredeyse bir süre kendimize gelemeyiz.
Oysa varlıkların hendesesi bizim elimizde değil. Cenâb-ı Hak bir şeyi yaratırken veya birisine bir servet verirken ya da hasmımızı muvaffak kılarken bize sormuyor, bizim onayımızı almıyor.
Meselâ bizim bahçemizdeki ağacımızda hiç meyve yokken, falancanın ağacına dalları taşıyamayacak derecede meyve ihsan edilmiş olabilir.
Bu ve buna benzer durumlarda şaşkınlığımızı ve hayretimizi “maşaallah, elhamdülillah, Allahu ekber, bârekallah” gibi Allah’ın kudretini, iradesini, azametini, büyüklüğünü, rahmetini ve meşîetini teslim eden kelimelerle sakinleştirmeliyiz. İşi tamamen Allah’a vermeli, bize ihsan edilmeyen nimetlerin başkasına ihsan edilişini çok görmemeli, göz koymamalı ve içimizi geniş tutmalıyız.
Zaten mü’minin iman hasleti de bunu gerektirir.
Bu terbiyeyi içimizde hâkim kılarsak, başkasına nazarımız değmez.
Demek, Müslüman için-–ne kadar başarılı olursa olsun—övgü ve methiyeye yer vermemeliyiz; başarısını, gayreti sonucunda, Allah’ın dilek ve yardımıyla elde ettiğini bilmeli ve ifâde etmeliyiz; Allah’ın yardım ve inâyetini eksik etmemesi için ve Allah’ın râzı olması için onun lehine duâ etmeye devam etmeliyiz; art niyetli bakışlardan Allah’a sığınmalıyız.
Bu sığınışı ona nazarımız değmesin diye değil; art niyet taşımak imanın şiarına yakışmadığı için yapmalıyız.
ŞÜKÜR VE TEVAZU ŞART!
Her zaman muhtelif bakışların hedefi bulunuyoruz. Sahibi olduğumuz nimetleri, bazen istesek de gözlerden gizleyemeyiz.
Bize düşen her hâl ve şartta elimizde bulunan nimetlerin şükrünü edâ etmek ve alçakgönüllü olmaktır. Üstünlük duygusuna kapılıp, başkalarını küçümsemeye ve riyakârlığa hiçbir zaman hakkımız yoktur. Gösteriş meraklısı olmak, bazen başımıza-–nazar değmesi de dâhil—en beklenmedik ruhsal problemleri beraberinde getirebilir.
Her zaman mütevazı olmalı ve Allah katında insanlarla bir seviyede olduğumuzu hiçbir zaman unutmamalıyız.
İyiliklerimizi Allah’tan başkasının bilmesini istemek-–çünkü riyakârlıktır—hayırlı amellerimizi yiyip bitireceği gibi, bazen böyle nazara ve kem gözlere isabet etme gibi müessif bir şekilde neticeleneceğini de akıldan uzak tutmamalıyız.
Hayırlı amellerin sevabını elden kaçırmak, nazara isabet etmekten çok daha tehlikeli bir sonuçtur.
Elimizde olmadan başkasının bilmesinden ise mesul değiliz.
NAZARA KARŞI NASIL TEDBİR ALALIM?
Saf ve halis iman, nazara ve göz değmesine karşı tedbiri de ihtiva eder.
Sıralamamız gerekirse:
1- Allah’a iman ve tevekkül etmek;
2- Gururlanmamak;
3- İyilikleri ve hasenatı Allah’a vermek;
4- İyilikleri sahiplenmek yerine kusurlarımızla, eksikliklerimizle ve hatalarımızla meşgul olmak;
5- İnsanlardan övgü ve methiye beklememek;
6- Gerçek övgüyü ve methiyeyi Allah’a yönlendirmek;
7- İşlerimizde Allah’ın yardımının esas olduğunu kavramak ve nazarlara Allah’ın yardımını vermek;
8- İnsanların gözü önüne her şeyimizi serip dökme heveslisi olmamak;
9- İns ve cin vesvesecilerin ve hasetçilerin zararlarından Allah’a sığınmak ve duâ etmek.
Nazarla ilgili almamız gereken tedbirlerin başlıcaları bunlardır.
Diğer yandan bu faziletler, zaten imanın fıtrî ve halis kazanımlarıdırlar; yoksa nazar değmesin diye takınılan sun’î tavırlar değildir.
OKUMAK HAKTIR
Nazara karşı okumak veya salih bir kimseye okutmak haktır. Resûlullah Efendimiz (asm) göz değmesine okunmasını tavsiye buyurmuş 4; yüzünde sarılık eseri bulunan bir kız çocuğuna: “Bu kızcağıza okuyunuz; buna nazar değmiştir” buyurmuştur.5
Göz değmesine karşı sâlih kimseler hastaya veya hasta bizzat kendisine; Kalem Sûresi’nin 51 ve 52. âyetlerini, Âyete’l-Kürsî, Fâtihâ, İhlâs, Felak ve Nâs gibi Allah’ın isimlerini, sıfatlarını, zikrini ve şer güçlerden Allah’a sığınmayı içeren âyetler ve duâlar okunabilir ve Allah’tan şifâ niyâzında bulunulabilir.
ANCAK BATIL İNANÇLARA DİKKAT!
Ancak bu işi ticârete dökenlere rağbet etmemelidir.
Efsuncuların, sihirbazların ve cincilerin bu konu için yapacakları hiçbir şey yoktur. Nazar değmesinden korunmak için yukarıdaki asil kriterlerin dışında başka bir çözüm arayışında bulunmak sonuç vermez. Nazarlık, at nalı, at kafası takma, kurşun dökme, tütsü yapma, başta tuz çevirme gibi âdet ve geleneklerin İslâmiyet’le bir alâkası yoktur.
Nitekim Peygamber Efendimiz (asm) meşrû duâları bırakarak, efsun yapmayı ve nazarlık takmayı yasaklamıştır.6 Bir kişiye nazar değip değmediği konusunda söylenen sözler ise çoğu zaman tahminden ileri gitmez.
Nazar ve göz değmesini ifrat ölçüsünde abartarak, bazı Müslümanları gıyaben “Nazarı çok değiyor! Bu adama dikkat et!” gibi tabirlerle vasıflandırmak ise; tamamiyle su-i zandan başka bir şey değildir.
Su-i zan ise, Kur’ân’ın haram kıldığı fiillerdendir.7
Dipnotlar:
1- Kalem Sûresi, 68/51, 52.
2- Keşf’ül-Hafâ, 2/72.
3- Şuâlar, 286.
4- Buhârî, Tıp, 1932.
5- Buhârî, Tıp, 1933.
6- Buhârî, Tıp, 1934; Nesâî, Süslenme, 17.
7- Hucurât Sûresi, 49/12.
Benzer konuda makaleler:
- Nazar veya göz değmesi
- Nazardan korunmak için
- Nazar üzerine
- Göz değmesine karşı imanî referans
- Meyhaneden sarhoş taşımak
- Yol ikidir: Ya iman, ya inkâr
- Hayra çıkan tarihler
- Yolun kolayı iman etmektir
- İman ve yalan
- Bir sıkıntı bin hayır kapısı açar!
- Dertlerin ve sıkıntıların hayır ciheti var mıdır?
- Nefisle Mücadele
- Allah´tan ümit kesilmez
- Kur’ân’ın önemli bir emri: Zikir
- Beş aydır ayrı olan eşlerin nikâhı düşmüş müdür?