Nazar veya göz değmesi

Abdulaziz Bilge: “Nazar Peygamberimizin dediği gibi vardır, doğrudur. Siz bize nazarın nasıl bişey olduğunu, soyut olan bir şey midir, nazar insanda bulunan bir enerji midir açıklar mısınız?”

 

İnsanları fizikî olarak yıpratan hastalıklar olduğu gibi, rûhî olarak tahrîbat veren rahatsızlıkların bulunduğu da bir vak’adır. Halk dilinde göz değmesi de denilen nazar bunlardan biridir ve gerçektir. Başkasına gözü değen, yani nazarı geçen insan bunu bilerek yapmaz. İçinde bir takım fırtınalı veya farklı enerji yüklü duygularla muhatabına bakanlar, farkında olmadan muhatabı üzerinde göz değmesine sebep olabilirler. Peygamber Efendimizi (asm) “mecnun” diyerek küçümsemeye çalışan Mekkeli müşrikler, Kur’ân’ın olağanüstü icâzı karşısında öylesine büyülenmişlerdi ki, bu Kitab’ın—hâşâ—mecnun dedikleri birisinin elinde zuhur etmesini kabul edememişlerdi. Allah korumasaydı, neredeyse Resûlullah’ı (asm) gözleriyle devireceklerdi. Bu hususu Kur’ân şöyle zikreder: “Doğrusu inkâr edenler, Kur’ân’ı dinlediklerinde neredeyse seni gözleriyle devireceklerdi. ‘O mecnundur’ diyorlardı.”1

Bediüzzaman Hazretleri de (ra) nazardan şiddetle müteessir olduğunu ve nazarın kendisini hasta ettiğini, “Nazar deveyi kazana, insanı mezara sokar”2 hadîsini zikrederek beyan eder.3

Nazar konusunda iki hususun altının çizilmesi gerekir: Bunlardan birincisi; bakışlarımızı terbiye altına almak. İkincisi de; karşı tarafın bakışlarına hedef olmaktan kaçınmak.

İnsanoğlu olarak her zaman hem bakan taraf, hem de bakılan taraf olduğumuzu unutmamalıyız. Yani hem her şey her zaman gözümüzün altında; hem de biz her zaman herkesin gözü altındayız. Hepimiz her zaman başkasını denetleriz; ölçeriz, biçeriz, eleştiririz, az görürüz, çok görürüz, gözümüzde büyütürüz, küçültürüz, havsalamıza sığdıramayız, gördüklerimize inanamayız, duyduklarımıza hayret ederiz. İçimizde hayranlık uyandıran veya olumlu-olumsuz fırtınalara sebep olan ya da varlığına inanamadığımız bir olay karşısında çoğu zaman şaşırıp kalırız. Öylesine hayret ederiz ki, neredeyse bir süre kendimize gelemeyiz. Oysa varlıkların hendesesi bizim elimizde değil. Cenab-ı Hak bir şeyi yaratırken veya birisine bir servet verirken ya da hasmımızı muvaffak kılarken bize sormuyor, bizim onayımızı almıyor. Meselâ bizim bahçemizdeki ağacımızda hiç meyve yokken, falancanın ağacının dallarına taşıyamayacak derecede meyve ihsan edilmiş olabilir. Bu durumda şaşkınlığımızı ve hayretimizi “mâşaallah, elhamdülillah, Allahu ekber, bârekallah” gibi Allah’ın kudretini, irâdesini, azametini ve meşîetini teslim eden kelimelerle teskin etmeliyiz. İşi tamamen Allah’a havale etmeli, bize ihsan edilmeyen nimetlerin başkasına ihsan edilişini çok görmemeli, göz koymamalı ve içimizi geniş tutmalıyız. Mü’minin îman hasleti bunu gerektirir.

OKU:   Din kardeşliği

Her zaman göz altında bulunan taraf konumunda olmamız ise başka bir duyarlılığı daha gerektirir: Hayatta çoğu kez, çoğumuz muhtelif başarılar elde ederiz. Cenab-ı Hak bazı şeylerden mahrum bıraktığı bir kulunu, muhakkak muhtelif zamanlarda diğer bazı şeylerden memnun etmiştir. Sahibi olduğumuz nimetleri bazen gözlerden de gizleyemeyiz. Bize düşen her hal ve şartta elimizde bulunan nimetlerin şükrünü edâ etmek ve alçakgönüllü olmaktır. Başarımızdan veya muvaffakiyetimizden dolayı üstünlük duygusuna kapılıp, başkalarını kaf dağından izlercesine küçümsemeye ve riyakârlığa hiçbir zaman hakkımız yoktur. Gösteriş meraklısı olmak, bazen başımıza en beklenmedik ruhsal problemleri de beraberinde getirebilir. Ne kadar yüksekte olursak olalım; her zaman mütevazı olmalı ve insanlarla aynı seviyede olduğumuzu hiçbir zaman unutmamalıyız. Üstünlüğümüze Allah’tan başkasının muttali olmasını istemek–çünkü riyakârlıktır—hayırlı amellerimizi yiyip bitireceği gibi, bazen böyle nazara ve kem gözlere isâbet etme gibi müessif bir şekilde neticeleneceğini de akıldan uzak tutmamalıyız. Hayırlı amellerin sevabını elden kaçırmak, nazara isabet etmekten çok daha vahim bir âkıbettir. Elimizde olmadan başkasının ıttılâından ise mes’ul değiliz.

Göz değmesine karşı okumak haktır. Hazret-i Âişe (ra): “Resûlullah Efendimiz (sav) bana, göz değmesine okunmasını emretti” demiştir.4

Ümmü Seleme (ra) rivâyetiyle; Resûlullah Efendimiz (sav), Ümmü Seleme’nin odasındayken yüzünde sarılık eseri bulunan bir kız çocuğu gördü ve “Bu kızcağıza okuyunuz; buna nazar değmiştir” buyurdu.5

Hazret-i Âişe (ra) rivâyet eder: “Peygamber Efendimiz (asm) okutularak ağılı hayvanın zehrinden şifâ dileğine müsaade buyurdu.”6

OKU:   Zahmette rahmet vardır

İslâmiyet’te okuyarak veya okutarak rûhânî tedavi vardır. Meselâ göz değmesine karşı sâlih kimseler hastaya veya hasta bizzat kendisine Kalem Sûresinin 51 ve 52. Âyetlerini, Âyete’l-Kürsî, Fâtihâ, İhlâs, Felak ve Nâs gibi âyet ve sûreleri okuyabileceği gibi; Allah’ın isimlerini, sıfatlarını ve zikrini içeren âyetlerin ve duâların okunması ve sırf Allah’tan şifâ niyâzında bulunulması meşrudur.

Dipnot:
1- Kalem Sûresi, 68/51,52;
2- Keşfü’l-Hafâ, 2/72;
3- Şuâlar, 286;
4- Buhârî, Tıp, 1932;
5- Buhârî, Tıp, 1933;
6- Buhârî, Tıp, 1934;

Benzer konuda makaleler:

image_pdfimage_print

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir