Vahiy ve Sünnette mertebeler

Kasım Bey: “Peygamberimizin (asm) o günkü örf gereği diye nitelenen bazı davranışları var mıdır? Bu tür davranışları varsa, bunlara da sünnet denir mi? Vahiyde ve sünnette mertebeler var mıdır?”

ONUN (ASM) HER ADIMI BİZİM İÇİN SÜNNETTİR

Kur’ân’ın beyanıyla, “ancak vahiy ile konuşan!”1 veya “konuştuğu her şey vahiy olan” Peygamber Efendimiz’in (asm), sözleri gibi hareket ve davranışları da, tavır ve muameleleri de, tercih ve teşvikleri de hiç şüphesiz vahyin kontrolü ve tasvibi altında bulunmaktaydı. Kâinât Hâlık’ı, “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”2 âyetiyle buna işâret etmektedir. İçimizden çıktığı, bizim sıkıntıya uğramamızın kendisine gâyet ağır geldiği, bizi şiddetli derecede sevdiği, bize karşı fevkalâde şefkatli ve merhametli olduğu3 yine Kur’ân tarafından haber verilen Fâhr-i Kâinât’ın (asm) bir kısım davranışlarını o günün örf ve âdetine bağlayarak ayıklamak ve bırakmak, ümmet olma bilincine yakışmaz, bize kemâlât olarak hiçbir şey kazandırmaz.

Hiç şüphesiz o da (asm) hür irâdesi, inisiyatifi, ferâseti ve kendi içtihâdı ile bir takım tercihler yapıyor ve bir takım seçimlerde bulunuyordu. Bu böyle de olmalıydı, çünkü o da insandı! Karşılaştığı geleneklerin, örf ve âdetlerin bir kısmını elbette kendi içtihadı ile tasvip ediyor, bir kısmını da şüphesiz kendi görüşü ile sakındırıyordu.

Ancak bütün bunlarda vahyin denetiminin ve tasvibinin olmadığını kimse söyleyemez! Onun (asm) gerek irâdî veya beşerî tercihlerinin, gerekse örf ve geleneklerle ilgili içtihâdî tasvip veya ikazlarının, hayatı süresince ardı arkası kesilmeden devam ede gelen “vahy-i mahz” ile “yüzde yüz” örtüştüğünü görmek ve her inisiyatif ve içtihadı ile isabet ettiğini müşahede etmek bizim için yeterli değil midir?

VAHİY İKİ KISIMDIR

Vahyin iki kısım olduğunu beyan eden Bedîüzzaman, bunları şöyle tasnif eder:

1- Vahy-i sarîhtir, yani açık vahiydir. Bu tür vahiyde Peygamber Efendimiz (asm) sırf bir tercümândır, sadece mübelliğdir, aslâ bir harf bile müdâhâlesi yoktur. Kur’ân âyetleri veya bazı hadîs-i kudsîler gibi.

2- Vahy-i zımnîdir. Yani kapalı ve gizli olarak gelen vahiydir. Allah Resûlü (asm) bu çerçevede de âdetâ “vahiy yağmuruna” tâbi tutuluyordu. Bu grupta gelen vahiy veya ilhamlar Allah Resûlünün (asm) mübârek kalbine mânâ olarak intikal eder; Allah Resûlü (asm) bu mânâları kendi sözleriyle, kendi tafsîlâtı veya tasvîrâtı ile beyan ederdi. Tafsilât ve sözlerinde bazen yine vahye veya ilhama mazhar olur; bazen de kendi ferâsetine ve içtihadına dayanırdı. Kendi içtihâdı ile yaptığı tafsîlâtı ve tasvîrâtı ise bazen risâlet vazifesi noktasındaki ulvî ve kudsî kuvvet ile beyan eder; bazen de örf, âdet veya efkâr-ı âmme seviyesine göre beşeriyeti noktasında beyan ederdi.4

SÜNNET-İ SENİYE İKİ MERTEBEDİR

Sünnet-i Seniyye’yi de iki mertebeye ayıran Saîd Nursî hazretleri; bunları şöyle sıralar:

1- Vâcip mevkiindedir, dinin muhkematıdır. Farz veya vacip diye hükümler alır. Terk edilmelerine cevaz olmadığı gibi, hiçbir cihette değiştirilmelerine de cevaz yoktur.

2- Nâfile hükmündedirler. Nafileler yapana sevap ve Allah’ın rızasını kazandıran, yapamayana günah getirmeyen ibadetlerdir.

NAFİLELER İKİ KISIMDIR

Nâfile olarak nitelenen ibadetler de iki kısımdır:

1- İbâdetlerde bulunan Sünnet-i Seniyyelerdir. Bunları değiştirmek de bid’attir.

2- “Âdâb” denilen, Peygamber Efendimiz’in (asm) ibadetlere bağlı olmayan sair davranış ve muameleleridir. Bunlara uymamaya bid’at denilmezse de, onların nurundan ve hakiki edepten istifade etmemek demektir. Örf ve âdetten tasvip buyurduğu davranışlarıyla, fıtrî ve beşerî muamelelerde Resûl-i Ekrem’in (asm) rivayet edile gelen hareketlerine ve davranışlarına uygun davranan, âdetini ibadete çevirmiş olur. Ve o adaptan mühim bir feyiz alır. En küçük bir adabı gözetmek, doğrudan Resûl-i Ekrem’i (asm) hatırlatır ve kalbe bir nur ve huzur verir. Çünkü kişiyi doğrudan Allah’ın huzuruna tevdi eder.5

Cenab-ı Hak, Sünnet-i Seniyye’den hissemizi ziyâde kılsın, âmin.

Dipnotlar:

1- Necm Sûresi, 53/4
2- Âl-i İmrân Sûresi, 3/31
3- Tevbe Sûresi, 9/128
4- Mektûbât, s. 94
5- Lem’alar, s. 58