Risâle-i Nur dairesinin manevî kimliği

Kocaeli/Kandıra’dan Tahsin Yılmaz: “Yedinci Şuâ’nın sonunda, ‘bu günlerde manevî bir muhaverede…’ diye başlayan bir cümle var. Bu cümleyi açar mısınız? Nasıl bir muhaveredir?”

Bolu’dan Hayrettin Huyut: “Üstad Hazretleri gördüğü bir sadık rüyada Ararat Dağı infilak ediyor. Bu esnada mühim bir zat kendisine ‘İ’caz-ı Kur’ân’ı beyan et!’ diyor. Bu mühim zat kimdir? Abdulkadir Geylânî midir, Hazret-i Ali midir, Hazret-i Peygamber midir? Burada ‘s.a.v.’ ifadesi olmaması dolayısıyla Hazret-i Peygamber değildir diyenler var.”

Cenâb-ı Hak Bedîüzzaman’ın uhdesinde insanlığa büyük bir dâvâ ihsan etmiş!
Bir veraset-i Nübüvvet dâvâsı!
Bir velâyet-i Kübra yolu!
Bir hakaik-ı İmaniye ve Kur’âniye ilmi!
Bir şehadet, şuhut, tahkik, iz’an ve hakikat mesleği!
Bir dâvâ içinde bürhan nuru!
Bu bürhan dairesi ile ilgili olarak Risâlelerde yer alan işaret fişeklerini takip ettiğimizde elimize ilginç ipuçları çıkıyor:

Bedîüzzaman küçüklüğünde bir rüya-yı sadıkada kıyametin koptuğunu, kâinatın yeniden dirildiğini görür ve sırat üstünde bütün peygamberleri birer birer ziyaret eder. Nihayet Peygamber Efendimizi de (asm) ziyaret edince ondan Kur’ân ilmi talep eder.

Peygamber Efendimiz (asm) ona, ümmetinden suâl sormamak şartıyla İlm-i Kur’ân verileceğini müjdeler. 1
Bediüzzaman’ın hayatında fırtına estirerek, Risâle-i Nur Külliyatını netice veren ve iman ve Kur’ân ilmi olarak ortaya çıkan hakikat, işte bu hakikattir!
Bedîüzzaman, Peygamber Efendimizin (asm) ilmine ve dâvâsına varis olmuştur.

Mesleği, sahabe mesleğinin bir cilvesidir.2
Bu sebeple Bedîüzzaman, Risâle-i Nur dairesinin Hazret-i Ali (ra), Hazret-i Hasan (ra), Hazret-i Hüseyin (ra) ve Gavs-ı Azam Abdulkadir-i Geylani’nin (ks) bu zamandaki dairesi olduğunu ifade ediyor. Neşrettiği hakikat ilmini de Üveysî bir şekilde doğrudan doğruya Gavs-ı Azam (ks), Hazret-i Zeynelabidin (ra), Hazret-i Hasan (ra) ve Hazret-i Hüseyin (ra) vasıtasıyla Hazret-i İmam-ı Ali’den (ra) aldığını beyan ediyor.

Ve ekliyor Bedîüzzaman: “Hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir.” 3
Bedîüzzaman için artık kabuk, kışır, kılıf ve makam değil; öz, lüb, hakikat, şuhut ve şehadet önemlidir!

Bedîüzzaman, Birinci Dünya Harbinden önce bir vakıa-i sadıkada, Ağrı Dağı’nın müthiş infilâk ettiğini, bu esnada mühim bir zat peyda olarak, kendisine âmirâne: “İ’caz-ı Kur’ân’ı beyan et.” 4 diye emrettiğini ifade ediyor.

Fakat bu mühim zatın kim olduğunu açıklamıyor.
Keza Risâle-i Nur’da yer yer bir gaybî muhavereden, gaybî konuşma ve müzakereden bahseden cümlelere rastlıyoruz.

Meselâ Sünûhat adlı eserinde Bedîüzzaman, 1335 senesi Eylül’ünün bir Cuma gecesinde, Müslümanların şiddetli mağlûbiyetinin verdiği üzüntü ile muztarip olduğu bir sırada, onun için gerçek uyanıklık hâli olan rüya-yı sadıkada âlem-i misâle girdiğini; orada birisinin kendisini, “Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem seni istiyor.” diye çağırdığını; bunun üzerine gittiğini ve benzerini dünyada görmediği selef-i salihinden ve her asrın müceddidlerinden oluşmuş bir meclis gördüğünü beyan ediyor. Meclis tarafından kendisine İslâmiyet’in bu mağlûbiyetinin hikmeti soruluyor ve kendisi istikbale ait harika keşfiyatlarla cevap veriyor. 5

Yine keza Şuâlar’da bahsettiğiniz gibi Bedîüzzaman, “Bugünlerde, mânevî bir muhaverede bir suâl ve cevabı dinledim” diyerek bir manevî müzakereden bahsediyor. 6

Gerek burada bahsedilen muhaverenin, gerek Sünûhat’ta geçen müzakerenin Bedîüzzaman’ın hayatında ve hizmetinde çok vaki olduğunu görüyoruz.
Risâle-i Nur hakikatleri etrafında yoğunlaşan bu gaybî konuşmalar ve müzakereler,—Bediüzzaman isim ifşa etmediğine göre—yukarıda adı geçen sadat-ı kiram arasında geçiyor olsa gerektir. Çünkü Bedîüzzaman en azından bu dairenin onların dairesi olduğunu ifade ediyor.

“İ’caz-ı Kur’ân’ı beyan et!” emri de gaybîdir. Bu gaybî emir, ya doğrudan Peygamber Efendimiz’den (asm) geliyor. Çünkü ilm-i Kur’ân ile müjdeleyen bizzat zat-ı risâlettir.

Ya da Peygamber Efendimiz’e (asm) vekâleten yukarıda adı geçen sadat-ı kiramdan geliyor olsa gerektir. Çünkü bu daire onların dairesidir.
Doğrusunu Allah bilir.

Dipnotlar:

1- Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşr. İstanbul, 2001, s. 30.
2- Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşr. İstanbul, 1997, s. 61.
3- Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşr. İstanbul, 1997, s. 61.
4- Tarihçe-i Hayat, s. 174; Barla Lâhikası, Yeni Asya Neşr., Germany, 1994, s. 11.
5- Soru ve cevaplar için bakınız: Bediüzzaman Said Nursî, Sünûhat, Yeni Asya Neşr., İstanbul, 1996, s. 55 vd.
6- Şuâlar, Yeni Asya Neşr. İstanbul, 2005, s. 283.