Risale-i Nur’da kuantum enerjisi

Turgay Namdar: “Münazarat ta; “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen güzel rüya (Haşiye: Mevt bir nevmdir) görür. Güzel rüya gören hayatından lezzet alır.”1 Buradaki “rüya görür” tabiri ile ne kastediliyor. Kuantum çekim yasasındaki, “güzel düşünceler sahibinin hayatına güzel olayları çeker” ve 8. Söz deki “Ben kulumun zannı üzereyim. Beni nasıl bilirse onunla öyle muamele ederim” Kudsi hadisi bununla bağlantılı olabilir mi? Ayrıca “rüya” kelimesinin önüne konulan haşiyede “mevt bir nevmdir” ibaresinin konuyla nasıl bir bağlantısı vardır?”

Kuantum âlemi ilim dünyasını şaşırtmaya, ateist felsefeyi yıkmaya, tevhid inancını ispat etmeye devam ediyor.

Kuantum âleminde hiçbir şey bildiğimiz kurallarla işlemiyor. Burada sebep sonuç ilişkisi yoktur. Burada her şey birbirinin aynıdır. Burada çokluk değil, teklik vardır. Burada olup biten şeyleri fizik dünyada incelediğimizde mantığımız izah edemeyecek kadar acze düşer. Fizik âlemde kesret, kuantum âleminde vahdet vardır. Bu vahdet, Allah’ın birliğinin de bilimsel bir ispatıdır.

Kuantum alanında tek bir karakter ve tek bir cins gösteren maddenin minicik parçacıkları, bu kesret âleminde nasıl oluyor da envai türlü maddeye dönüşebiliyor, sabit kalabiliyor? Ve bu nasıl sürekli bir var etmenin ilk adımı olabiliyor? Bilim dünyası bunu tek kelimeyle izah etmekten acizdir ve şaşkındır.

Bu günlerde yeni bir kuantum çekim yasasından bahsediliyor ki, şudur: Kâinatı oluşturan yasalardan biri çekim yasasıdır. Maddenin perde ötesini oluşturan kuantum âleminde, benzer enerjiler birbirini çeker. Düşüncelerimiz, kuantum zemininde manyetik alanlar oluşturur. Kişinin enerji frekansı, kuantum alanındaki benzer frekansla eşleşir ve uygun durumu kendine çeker.

Kendimizi bir radyo vericisi sayarsak, düşük frekansla yayın yaptığımızda sesimiz pek fazla yere ulaşmaz. Fakat yüksek frekansla yayın yaptığımızda çok geniş bir alandan dinleniriz. Müspet bir gerçekliğimiz olur. Düşüncelerimizi kuvvetli inancımızla bütünleştirdiğimizde ve dua haline getirdiğimizde, düşüncelerimiz gerçekleşir.

Bu yaklaşım, Bediüzzaman’ın şu sözünü doğruluyor:

“İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hadisatın tazyikatından kurtulabilir.”2

Fakat kuantum çekim yasası teorisi, kuantum dünyası ile kâinatın enerjisi bütün bu pozitif değişimleri yapıyormuş gibi bir iddiaya düştüğü anda, şirke düşer. Bu teoriyi tevhid inancından uzak, şirke yakın bir duruşla ele almak şükre zıt olur. Ki şükür ve şükran, çekim yasasının önemli bir temelidir. Dolayısıyla bu teoriyi şirkten kurtarmak ve tevhit inancıyla bütünleştirmek gerekir. Bunu da İslam’ın öz dinamikleriyle Risale-i Nur’lar yapıyor.

Yani insanın kuvvetli düşünceleri ve imanı, kuantum zemininde kendine manyetik bir alan buluyorsa ve kuvvet ve pozitif enerji olarak insana geri dönüyorsa, bunu ancak Allah’ın inayetinin, lütfunun ve ilminin bir resmi sayar ve Allah’a şükürden aciz olduğumuzu düşünürüz.

İnsanın zihin olarak kuantum alanına kadar girip de şirke düşmesi bedbahtlıktan başka bir şey değildir.

Biz aslında duamızdan başka bir şey değiliz. Kur’ân bu gerçeği, “Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?”3 âyetiyle hatırlatır.

Demek dualarımız, isteklerimiz, iyi veya kötü niyetlerimiz, iyi veya kötü nazarlarımız, hüsn-ü zanlarımız, su-i zanlarımız, düşüncelerimiz, dileklerimiz, fiilî gerçek olma yolunda atılmış adımlarımızdır. Frekansımız ne kadar yüksek olursa, yani duadaki ihlâsımız, istekteki samimiyetimiz, ihtiyacımızın şiddeti, niyetimizin güzelliği, nazarımızın yapıcılığı ne kadar etkin olursa, o nispette işlerimize fiilî bir gerçeklik olarak tesir eder. Allah’ın izniyle dua ve dileklerimiz, istek ve niyetlerimiz gerçekleşir.

Saldığımız beyin enerjisiyle kuantum alanındaki benzer enerji buluşunca, niyet ve nazar plânında gerçekliğe adım atmış oluruz. Güzel görüp, güzel düşündüğümüzde ve güzel niyet ettiğimizde negatif enerjiye kapılarımızı kapamış oluruz. Hoşumuza gitmeyen bir iş başımıza gelse, yine şükürden ayrılmayız, gerektiğinde sabrımızı da gösteririz.

Bu da bizim bütün fiillerimizi güzelleştirir. O güzellik bize huzur verir.

PERDELER, PERDELER!

Modern Bilimin giremediği, ama varlığını inkâr da edemediği kuantum dünyası aslında şahadet âleminin en gizli ve görünmeyen üyesidir. Şahadet âleminin bütün kütlesinin, maddesinin, enerjisinin, hücresinin, atomunun, zerresinin sırrını ve programını taşıyan daha öte ve yüksek plânda minicik ve kütlesiz parçacıklarının, kuralı ve düzeni kendinde saklı, bilimi kıskandıracak, Fiziği çıldırtacak kadar ketum devasa izleri ve dünyasıdır çünkü.

Bir basamak yükseğinde/ilerisinde âlem-i misal… Daha ilerisinde âlem-i melekût… Daha ötesinde gaybî âlemler… Daha ötesinde Levh-i Mahfuz… O’nun ötesinde Kürsî… O’nun ötesinde Arş-ı İlâhiye… O’nun ötesinde Esma perdeleri…. O’nun ötesinde sıfat-i İlâhiye perdeleri…. O’nun ötesinde şuunat-ı Uluhiyet… O’nun ötesinde Zat-ı Kibriya Celle Celaluhu!

Burada ötelik, berilik, yükseklik, ilerilik gibi kelimeler mecazî ifadelerdir. Çünkü şehadet âleminden başlayıp daha üst âlemleri ifade edecek lügatimizde münasip kelime yoktur.

Abdullah b. Mes’ud (ra) rivâyet etmiştir ki:

“Dünya seması ile ondan sonra gelen sema arası, beş yüz yıllık mesafe kadardır. Yedi kat semaya kadar her iki sema arası, beş yüz yıllık mesafe kadardır. Yedinci sema ile Kürsî arası, beş yüz yıllık mesafedir. Kürsî ile su arası, beş yüz yıllık mesafe kadardır. Arş suyun üzerindedir. Cenab-ı Allah, Arş’ın üzerindedir. Hiçbir ameliniz O’na gizli kalmaz.” 4

KUANTUM, ESİR MADDESİ VE SU

“O’nun Arş’ı su üzerindedir.” 5 Buyuran Kur’ân, Allah’ın “Arş’ın üstünde istiva buyurduğunu” 6 zikreder. Bediüzzaman Hazretleri Arş’ın üzerine kurulduğu su’yu, esir ile tefsir ediyor. İstiva etmek de taht ve kudret olarak tefsir edilmiştir. Bütün bunlar müteşabih ifadelerdir. Mekânla, zamanla, cisimle alâkası yoktur.

Bediüzzaman, madde-i esiriyenin, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi, mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir madde 7 olduğunu söyler.

Bediüzzaman devamla der ki:

“O’nun Arş’ı su üzerindedir” âyeti, şu madde-i esîriyeye işarettir ki, Cenab-ı Hakk’ın Arş’ı, su hükmünde olan şu esîr maddesi üzerinde imiş. Esîr maddesi yaratıldıktan sonra, Sâni’in ilk icadlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani esîri halkettikten sonra, cevahir-i ferd’e kalbetmiştir. Sonra bir kısmını kesif kılmıştır ve bu kesif kısımdan, meskûn olmak üzere yedi küre yaratmıştır. Arz, bunlardandır.” 8

Göklerdeki sonsuz boşluğun esir maddesi ile dolu olduğunu ve esir maddesinin, esir kalmak şartıyla sair maddeler gibi muhtelif teşekkülatı ve ayrı ayrı nevileri bulunduğunu da İşaratu’l-İ’caz’dan öğreniyoruz. 9 Ve Fizik ilmini çıldırtan kuantum dünyasının, Bediüzzaman’ın ifade ettiği esir maddesi ile örtüştüğünü de burada ifade edelim.

AKLIN ÂCİZLİĞİ VE AZAMET

Peygamber Efendimiz (asm) buyurmuştur ki:

“Ezel’de bir Allah vardı. Allah’tan başka hiçbir şey yoktu. Ve Allah’ın Arş’ı su üzerinde bulunuyordu. Sonra Allah levhte kâinatın tamamını takdir ve tesbit etti. Ve göklerle yeri yarattı.” 10

Âlem-i şehadet ile Kürsî ve Arş arasında şöyle bir nispet ifade edilmiştir:

Peygamber Efendimiz (asm) Ebu Zerr-i Gufari’ye: “Ya Eba Zer! Kürsî’ye nazaran yedi kat gök ile yedi kat yer, bir çölün ortasına atılmış bir yüzük halkası gibidir. Arş’a nazaran Kürsî de öyledir.” 11

Hadiste yedi kat gök ile yedi kat yer yüzük halkasına, Kürsî ise genişlik bakımından çöle benzetilmiştir. Nitekim Cenab-ı Hak, “O’nun Kürsî’si gökleri ve yerleri kuşatmıştır.” 12 buyurmuştur. İkinci temsilde de Kürsî yüzük halkasına, Arş da azamet bakımından çöle benzetilmiştir.

Akıl-havsala sınırlarını zorluyor, kavramaktan aciz kalıyor.

Zincirimize dönersek, anlaşılan odur ki, Kuantum dünyası, Risale-i Nur’da geçen esir deryasından başka bir şey değildir.

PERDE VE TENTENE

Risale-i Nur’da kuantum dünyası da dâhil, bu içinde yaşadığımız âlemin perde ötesi ile ilgili çok farklı cephelerden keşifler ve müşahedeler mevcuttur. Bu keşifler hem gerçeği yansıtmakta, hem de bizim Kâinat Hâlık’ı ile doğrudan ve etkin biçimde iletişim kurmamıza ve duâlarımızın kabulüne vesile olmaktadır.

Mektubat’ta, “Âlem-i şehadet, avalimü’l-guyub üstünde tenteneli bir perdedir.”13 Sözler’de, “Şu âlem-i maddiyat ve şehadet ise, âlem-i melekût ve ervah üstünde serpilmiş tenteneli bir perdedir.” 14 keza, Lemaat’ta,“Vücud âlem-i cismanide münhasır değil. Vücudun hasra gelmez muhtelif envaını, münhasır olmaz, sıkışmaz şu şehadet âleminde. Âlem-i cismanî bir tenteneli perde gibi, şu’le-feşan gaybî avalim üzerinde.” 15 İfadeleri bu âlem ötesindeki âlemlerden haber veriyor.

Varlık, gördüğümüz bu âlemden ibaret değildir ve bu âleme sıkışmaz.

Âlem-i şehadet, bu içinde yaşadığımız kütlesi bulunan âlemdir. Bu âlemin kütlesi atomlardan oluşuyor. Atomların alt parçacıklarının daha alt kütlesiz parçacıklarından meydana gelen kuantum dünyası ise bu şehadet âlemi perdesinin tentenesi olsa gerektir. Bu âlem, tentenesi olan kuantum dünyası ile birlikte gayb âlemleri üzerinde serilmiş bir perdedir. Gayb âlemleri melekût âleminden ve misal âleminden başlayıp ruhlar âleminden devamla yükselip giden diğer âlemlerdir.

ÂLEMİN İKİ CİHETİ

Bediüzzaman âlemin iki cihetinden bahseder. Bunlar biri mülk, diğeri melekût cihetidir. 16 Mülk ciheti bizim bulunduğumuz taraftır. Bu cihette madde kütlelidir. Zıtlıklar ve sebepler Kudret-i İlâhiyenin tasarrufuna perdedir.

İkinci cihet ise melekût cihetidir. Âlemin melekût ciheti, Fizikçilerin kuantum diye adlandırdığı, Bediüzzaman’ın esir maddesi dediği cihet olmalıdır. Çünkü esir maddesi kâinatı kuşatıp geçen, Arş’a kadar uzanan, Arş’ın üzerinde kurulu bulunduğu, neredeyse sınırsız bir alanda etkin bulunan kütlesiz bir cevherdir. Nitekim Bediüzzaman, “Allah’ın Arş’ı su üzerindedir.” 17 Âyetinde su’dan maksadın esir maddesi olduğunu söylüyor. 18

Bediüzzaman’ın melekût tanımı ile Fizikçilerin kuantum tanımı neredeyse örtüşüyor.   Bediüzzaman eşyanın melekûtiyet cihetinin özelliklerini şöyle tanımlıyor:

“Melekûtiyet ciheti ise, her şeyde parlaktır, temizdir. Teşahhusatın renkleri, müzahrefatları, ona karışmaz. O cihet, vasıtasız kendi Hâlıkına müteveccihtir. Onda terettüb-ü esbab, teselsül-ü ilel yoktur. Ona illiyet, ma’luliyet giremez. Eğribüğrüsü yoktur. Maniler müdahale edemezler. Zerre, şemse kardeş olur.” 19

Yani parlak, temiz, eşyanın renklerinden, niteliklerinden uzak, maddenin ve atomun özelliklerinin geçerli olmadığı, mülk cihetindeki bütün atomların aynı kütlesiz parçacıklara dönüştüğü, sebeplerin ulaşamadığı, zincirleme sebep-sonuç ilişkisinin bulunmadığı, bütün zerrelerin birbirine eşit olduğu teklik âlemi. CERN’de, yerin 100 metre altında bulunan Büyük Hadron Çarpıştırıcısındaki deneylerin sonucunda benzer tanımlar yapılmaktadır. Manadan-Enerjiden Maddeye geçiş veya tersi olan durum, ‘KÜN!’ emrinin tecelligâhı gibidir.

Bu âlem aracısız, sebepsiz ve doğrudan Cenab-ı Allah’ın kudretine boyun eğmiştir.

HAKKA BAKAN CİHET

Mesnevî-i Nuriye’de geçen, “Evet, her şeyin iki ciheti vardır. Bir ciheti Hakk’a bakar. Diğer ciheti de halka bakar. Halka bakan cihet, Hakk’a bakan cihete tenteneli bir perde veya şeffaf bir cam parçası gibi altında Hakk’a cihet-i isnadı gösterecek bir perde gibi olmalıdır.” 20 cümlesine göre halka bakan cihet, üzerinde yaşadığımız kütleli şahadet âlemi ise, Hakk’a bakan cihet bu kütlenin atomunun alt parçacıklarının alt parçacıklarından oluşan esir dünyası olsa gerektir. Ki bu da, Fizik ilminin kuantum dünyasına denk düşüyor.

Allah’ın Arş’ı esir maddesi üzerinde bulunduğuna göre, esir maddesi doğrudan Hakk’ı görüyor, Hakk’ın arşı gibidir. Halkı gören âlem ise, kütleli madde olan şehadet âlemidir.

DÜŞÜNCENİZ GERÇEKLİĞE GİDEN BİR YOLDUR

En ölümcül şartlarda yazılan Risale-i Nur, yazıldığı kötü şartların verimsizliğini ve bedbahtlığını asla taşımaması bir yana, okuyucusuna her şartta ve her şekilde en pozitif enerji veren bir şaheserdir. Musîbetlerden feyiz almayı, hastalıklardan tefeyyüz etmeyi, dünyanın fani hallerinden bekaya mahsus neticeler çıkarmayı, hizmet için elverişsiz ve ümitsiz durumları en şevkli ve ümitvar hallere çevirmeyi Risale-i Nur öğretiyor.

Keza dünyanın çirkin yüzünü değil, güzel yüzlerini göstermesi ve sevdirmesi… Dikeni güle, ağlamayı mağfirete, gülmeyi merhamete, adi davranışları ibadete, çirkinliği güzelliğe, günahı sevaba, fenayı bekaya çeviren bir bakış açısı kazandırması böyle bir helâket asrında bulunmaz bir değerdir.

Keza iman hizmetinde akıbeti düşünmekten kurtarıyor. Okuyucusunu Allah’ın vazifesine değil, kendi vazifesine yoğunlaştırmayı başarmıştır, dünyevî hesaplardan kurtarmıştır. Sevabın, kemalatın ve Cennetin bile peşine düşmeksizin sırf Rıza-ı İlâhî için hareket etmeyi idrakimize perçinlemiştir. Enaniyet asrında ihlâsı kazandırması emsalsiz bir kıymettir.

Risale-i Nur’da, baştan sona, en karanlık durumlarda okuyucusunu aydınlatan, en yeisli hallerde ümit veren, en bedbaht anlarda kanatlandıran yüksek bir enerji mevcuttur.

İNANCIMIZ MÜSBET ENERJİMİZDİR

Risale-i Nur’da güzel düşüncenin kaynağı kuantum çekim yasası yahut kâinat enerjisi değil, düpedüz Allah inancıdır. Nitekim “Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir.”21 Âyeti veya “Ben kulumun zannı üzereyim. Beni nasıl bilirse onunla öyle muamele ederim.” 22 Hadis-i kutsisi bütün güzelliklerle birlikte güzel düşüncelerimizin Allah’ın lütfu olduğunu bildiriyor.

Ancak çekim yasasının, güzel veya çirkin düşüncemizin gerçekliği yolunda bir araç olması, inancımızla çelişmez. Risale-i Nur sebeplere karşı olmadığı gibi, düşüncemizin melekût boyutunu da kabul eder. Nitekim “Kurdun bahsini ettiğin zaman topuzu hazırla, vur; çünkü kurt geliyor.” 23 cümlesiyle, düşüncemizin melekût boyutunun gerçeklikle ilişkisine atıf yapıyor.

O halde biz, düşüncelerimizin gerçekliğe olan etkisinin, çekim yasasıyla izahına araç planında karşı durmayız. Kaynaklarımız da buna işaret ediyor.

Ancak şuna inanırız: Güzel düşüncelerimiz, ruhumuzun Allah’ın güzelliğini ifade tarzıdır. Bu yüzden bizim iyi niyetimiz eşyayı değiştiriyor, bedbahtlığı iyiliğe, çirkinliği güzelliğe, kâbusumuzu rızaya, kahredici durumları sevindiren hallere çeviriyor. Çünkü Allah büsbütün ümit, büsbütün kuvvet, büsbütün güzelliktir.

NİYET TOPRAĞI ALTIN YAPAR

Bu durumda, güzel düşüncelerimizin, kuantum yahut melekût alanındaki benzer enerjimizle etkileşip hayatımıza güzellik olarak dönmesi Allah’ın güzelliğinin tecellisinden başka bir şey olmaz.

Şu cümleleri bu perspektifle ve bu şükran hisleriyle okuyalım:

– “Hüsn-ü niyet öyle bir kimyadır ki; şişeleri, elmasa çevirir; toprağı, altın yapar.” 24

– “Nazar ile niyet, mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder.” 25

– “Fena bir adama, “iyisin iyisin” desen, iyileşmesi ve iyi adama, “fenasın fenasın” desen, fenalaşması çok vuku bulur.”

– “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır.” 26

“ -Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen güzel rüya (Haşiye: Mevt bir nevmdir) görür. Güzel rüya gören hayatından lezzet alır.” 27

Mevtin bir uyku oluşu ile güzel düşüncelerimizin, salih ameli netice vereceği; salih amelin de kabrimizi güzelleştireceği ima edilir.

Demek aslında biz kendi duâmızla kendimizi yapıyoruz, kendi kötülüğümüzle de kendimizi yıkıyoruz.

Dipnotlar:
1- Münazarat, s. 36
2- Sözler, s. 350
3- Furkan Suresi: 77
4- İbn-i Huzeyme ‘et-Tevhîd’, s.105; Beyhakî “el-Esmâ ves-Sıfât”, s. 401.
5- Hud Sûresi: 7.
6- A’raf Sûresi: 54.
7- İşaratü’l-İ’caz, s. 277.
8- İşaratü’l-İ’caz, s. 278.
9- İşaratü’l-İ’caz, s. 279.
10- Buharî, Bed’ul-Halk, 1317.
11- Sahih-i Buhari, Tecrid Tercümesi, 9/7.
12- Bakara Sûresi: 255.
13- Mektubat, s. 552.
14- Sözler, s. 576.
15- Sözler, s. 782.
16- Bakınız: Mesnevî-i Nuriye, s. 106; Sözler, s. 327, 595; İşaratu’l-İ’caz, s. 92; Mektubat, s. 552.
17- Hud Sûresi: 7.
18- İşaratü’l-İ’caz, s. 278.
19- Sözler, s. 596.
20- Mesnevî-i Nuriye, s. 64.
21- Nisa Sûresi: 79.
22- Buharî, Tevhid, 15; Tirmizi, Tevbe, 1.
23- Mektubat, s. 405.
24- Kastamonu Lâhikası, s. 71.
25- Mesnevî-i Nuriye, s. 64.
26- Mektubat, s. 556.
27- Münâzarât, s. 36.