Kur’ân uçaktan bahseder mi?

Mersin’den Yaşar Kılınç: “Sarahaten zikretse sırr-ı teklif bozulur. Adeta gökyüzündeki yıldızlarla vazıhan la ilahe illallah yazmak misillü bir bedahete girecek.” 1 Bu kısmın açıklanmasını istirham ediyorum.

Kur’ân’da Her Şey Var… Lâkin

İnsanın dünya ve ahiret saadetine lâzım olan her şey, değeri nispetinde Kur’ân’da bulunur. Ancak Kur’ân her şeyden aynı açık ve anlaşılır cümlelerle bahsetmez. Birçok hakikatlerden ima, işaret, remz gibi gizli işaretlerle bahseder.

Meselâ Kur’ân’da, hazır medeniyetin harikaları ve daha ilerisine, sadece remiz ölçüsünde işaretler vardır.

Medeniyet harikaları Kur’ân’da daha açık kelimelerle, daha anlaşılır cümlelerle herkesin anlayacağı biçimde neden bulunmuyor? Eğer açıktan herkesin anlayacağı cümlelerle zikretseydi, meselâ açık açık telefondan, uçaktan, füzeden, televizyondan bahsetseydi inadından görmeyen ve inanmayan kâfirler mecburen görmek, inanmak ve tasdik etmek zorunda kalmazlar mıydı?

Asrımızda gençlerin imanını bu sorularla çalıyorlar veya şüphe atıyorlar. Ardından kapılar deizme, ateizme, agnostisizme açılıyor. Gençler imanlarını veya dine olan güvenlerini kaybediyorlar.

Medeniyet Harikalarının Kur’ân’da Söz Hakkı

Oysa böyle her şeyden açık açık bahsetmek Kur’ân için bir marifet değildir. Çünkü Kur’ân tek başına ne bir Matematik, ne bir Fizik, ne bir Mühendislik kitabıdır. Kur’ân’da bu ve buna benzer sair bilimlerin hakkı birer gizli ima ve işaret kadardır. Onların Kur’ân’da açık cümlelere girme hakları yoktur.

Çünkü bu meselenin birkaç yönü vardır: Öncelikle, Kur’ân her ilmin hakikatinden bahsetseydi, hacmi çok büyürdü. Raflara, kütüphanelere sığmazdı.

İkinci olarak, bu durumda Kur’ân bilâkis daha anlaşılmaz hale gelmiş olurdu. Çünkü her ilmin inceliklerinden ancak ilgili ilim adamları anlarlar. Herkes her ilimden anlamaz. İlgi alanına da girmez. Meselâ bu asırda yeni keşfolunmuş bilgiler Kur’ân’da olsaydı, bu asırdan önceki insanlar bunu asla anlamayacaklardı. Kur’ân onlar için anlaşılmaz bir kitap olacaktı.

Üçüncü olarak, asrımızda bulunan medeniyet harikalarının, bilim ve teknolojinin hakkı Kur’ân’da şu an olduğu kadardır. Daha fazla olsaydı ölçü ve muvazene kaybolurdu. Meselâ uçağın Kur’ân’da kendisinden bahsedilmesini istediğini farz edelim. Rububiyet dairesinin uçakları olan yıldızlar, gezegenler, ay, güneş, dünya gibi dev küreler buna itiraz ederlerdi. Uçağa, “Kur’ân’da cirmin kadar yer alabilirsin!”derlerdi.

Sinekler bile buna itiraz ederler: “Susunuz! Benim bir kanadım kadar hakkınız yoktur. Zîrâ sizlerdeki, beşerin cüz-i ihtiyârıyla kesb edilen bütün ince san’atlar ve bütün nâzik cihazlar toplansa, benim küçücük vücudumdaki ince san’at ve nâzenin cihazlar kadar acîb olamaz.” 2 derlerdi.

Sarahat İmtihan Sırrına Aykırıdır

Kur’ân’da son asır medeniyet harikalarından açık cümlelerle bahsedilmeyişinin bir diğer önemli sebebi de, bunun imtihan sırrına aykırı oluşudur. Biz bunu, insanlar Kur’ân’a, “ne kadar bilimsel bir kitap!” desinler ve bütün insanlar inanıversinler diye istiyoruz değil mi?

Oysa bunun da 3 türlü sakıncası vardır:

1- Kur’ân bilim alanına girdiği zaman insan aklının itibarı kaybolacaktır. Oysa Allah aklı yaratmıştır ve aklın işi yeni bilimleri keşfetmek, yeni bilimlerle yeni teknolojiler üretmektir.

2- Kur’ân bilim alanına girdiği zaman, bütün diğer bilimsel bulgular ve keşfiyatlar da dinden sayılacak ve Katolik dünyasındaki sapma İslâmiyet’in başına gelecekti. Birçok hakikati olmayan batıl bilgilere din diye inanılacaktı.

3- Din bir imtihandır. Herkes ister istemez inanmak zorunda kalarak inanmakla, teklif sırrı bozulur, imtihan sırrı kaybolur. Gökyüzüne yıldızlarla açık biçimde “La ilahe illallah” yazsanız bu yazı bütün dünya insanını bağlar, evet! Herkes ya mecburen inanmış olur. Ama bu inancın adına din denmez. Çünkü bu durum dindeki imtihan sırrına uygun düşmez.

Ya da bu sıradan bir gök hadisesi sayılırdı. Adileşirdi. İnançla bağı kalmazdı.

Dipnotlar:
1- Sözler, s. 299.
2- Sözler, s. 298.