Kaza namazı üzerine

Şamil Qudavasov: “1-Kaza namazının önemini ve faziletini anlatabilir misiniz? 2-Vitirden sonra kaza namazı kılınabilir mi ve kaza namazı ne zaman kılınamaz?”

Amellerimizi farz, vâcip, sünnet, müstehap, mubah gibi mes’ûliyet ve fazîlet derecelerine ayıran dînimizin, en çok feyiz ve fazîleti “farz” ibâdetlere verdiğini biliyoruz. Farzları net olarak elimizde tutarsak, geriye kalanlar hakkında tercihimizi kullanabilme imkânımız olur. Farzları, hiçbir şeye fedâ etmeyiz. Başka bir ifâdeyle, farzlar hakkında irâdemizin tercih yapma hakkı ve yetkisi yoktur; farzlar zorunlu olarak yapmakla yükümlü olduğumuz feyiz kaynaklarımızdır. Diğerleri ise, tercihimize bağlı olarak yapabildiğimiz; yaptığımız takdirde sevap kazandığımız, yapamadığımız takdirde ise günahkâr olmadığımız amellerdir.

Hayatımızda “farzlar” oldukça azdır. Farzların az oluşu, bizim için Cenab-ı Allah’ın şefkat ve merhametinden başka bir şey değildir! Oldukça az olan farzları ise, “Allah’ın üzerimizdeki zimmeti” olarak algılamalı ve muhakkak eda etmeliyiz. Eğer tercih kullanacak isek, farz olmayan amellerde tercih kullanmamızın hiçbir sakıncası yoktur. Ama farzları asla tercih konusu yapmamalı; farzları yerine getirmeliyiz.

Çünkü farzlar bir yönüyle zorunlu; diğer yönüyle bizi Allah’a yaklaştırmakta, feyizde ve sevapta eşi ve benzeri olmayan ibadet biçimleridir. Nitekim Cenab-ı Hak, “Kulum kendisine farz kıldıklarımdan bana göre daha sevimli hiçbir şeyle Zatıma yaklaşmamıştır” buyuruyor.1

Farzların hem zorunlu oluşu, hem de sevap ve feyiz açısından eşsiz oluşu; bütün dikkatimizi üzerinde yoğunlaştırmamız ve âdeta farzları edâ etmeyi hayatımızın biricik gayesi kılmamız için yeterli sebeptir. Tabir yerindeyse, farzları eda etmek için yaşadığımızı düşünmeliyiz.

Kaza borçlarımız, günlük farzlarımızla “aynı ölçüde” eşsiz ve benzersiz sevap ve feyiz kaynaklarımızdır. Günlük farzlarımızla birlikte, bizim için “yine farz ölçüsünde” feyiz ve sevap kazandırmaya kabiliyeti ve istidadı bulunan bu ibadetleri de, “uygulayabileceğimiz bir plânlama” ile yerine getirmeye bir an önce başlamalıyız.

Hemen belirtelim: Kaza namazı kılamayacağımız hiçbir zaman dilimi yoktur. Vitirden önce de, sonra da kaza namazı kılınır. Önce, Bismillah diyelim ve her gün sâdık kalabileceğimiz, uygulanır bir program yapalım. Sonra da, bu programı günlük uygulamaya başlayalım. Bir süre sonra kendimizin, “günlük farz” ve “kazâ farz” olmak üzere “top yekun farzlarımızı” yerine getirmeye–inşaallah—uyum sağlamış olduğumuzu göreceğiz.

Geçirdiğimiz bir namazın yalnız farzının ve vâcibinin kazâsı kılınır. Bunlar, sabah namazında iki rek’at farz, öğle namazında dört rek’at farz, ikindi namazında dört rek’at farz, akşam namazında üç rek’at farz, yatsı namazında dört rek’at farz ve üç rek’at vitir vâcip olmak üzere her gün için toplam 20 rek’at namazdan ibârettir. Hepsini her gün bir arada kıldığımızda bile günlük sadece 20 dakikamızı alır. Düşünelim bir kere: Her gün yirmi dakika nerelere vermiyoruz ki?

Yapacağımız tek şey; farz için kamet etmek, “Niyet ettim Allah rızâsı için vaktinde kılamadığım en son (meselâ) sabah namazının farzını kazâ etmeye” diye niyet etmek ve sabah namazının farzını nasıl kılıyorsak kazayı da aynı şekilde kılmaktır.

Bu şekilde günlük beş vakit namazın kazasını; ya her vaktin arkasından birer vakit de kaza kılmak sûretiyle; ya da—buna vaktimiz müsait olmadığında—yatsı namazının ardından bir günlük de kaza namazı kılmak sûretiyle yapmaya niyet ettiğimizi düşünelim. (Şartlarımıza uygun başka çözümler bulmak da mümkün) Bu niyetimize sadık kalarak ibadetlerimize başladığımızda, belli bir süre sonra, kaza borçlarımızı–inşaallah—kolayca ödemiş oluruz. Oruç borçlarımızdan da aynı yol ile kurtulmamız mümkün.

Cenab-ı Hak, “Kulum beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim”2 buyuruyor. Allah Resûlü (asm) ise bir hadislerinde, “Ameller ancak niyetlere göredir”3; bir diğer hadislerinde de Cenab-ı Hakk’ın meleklerine “Kulum bir iyilik yapmaya niyet eder, fakat yapmaya muktedir olamaz ise, ona bu güzel niyetine mükâfat olarak, tam bir iyilik yapmışçasına sevap yazın”4 diye emrettiğini beyan buyurmaktadır.

Binaenaleyh, böyle ciddi bir planlamayla başladığımız kaza namazlarımızı tamamen kılmaya,—ölüm gibi zorunlu bir sebeple—muktedir olamadığımızda, Cenab-ı Hakk’ın, bunu yapmış gibi kabul buyurması, merhametinin ve mağfiretinin şe’nidir. Cenab-ı Hakk’ı böyle bir merhametle bilmek de, bizim kulluğumuzun şe’nidir. Ancak bizim niyetimizde sadakatimiz ve kararlılığımız, Allah’ın merhametine ve mağfiretine mazhar olmamız için önemli bir faktördür.

Biz başlayalım. İnşaallah Cenâb-ı Hak bize imkân lütfeder.

Dipnotlar:
1- R. Sâlihîn, 95
2- Buhârî, Tevhid, 15 (Bedîüzzaman’ın tercümesiyle-Sözler, s. 39)
3- Buhârî, 1/1
4- Buhârî, 12/2184