Zülfikâr üzerine

Eskişehir’den Süleyman Akın: “Bediüzzaman’ın risâlelerinden Zülfikâr’ı tanıtır mısınız? Neden Zülfikâr denmiştir? Nelerden bahseder?”

Zülfikâr, Arapça’da “zû” edatı ile “fakara” fiilinden türemiş bir isim olan “fikar”ın birleşmesinden meydana gelmiş bir kelimedir. “Fakara” deldi, kesti, kazdı, kırdı demektir. Zülfikâr delen, kesen, kıran, delici, biçip geçen mânâlarına gelir. İslâm tarihinde ise Zülfikâr Peygamber Efendimiz’in (asm) Hazret-i Ali’ye (ra) hediye ettiği çatal başlı kılıcın adıdır.

Uhud Dağı eteklerinde Peygamber Efendimiz’in (asm) kumandasındaki İslâm ordusu ile Talha bin Ebi Talha sancaktarlığındaki Müşrik ordusu karşı karşıya gelmişlerdi. Talha b. Ebi Talha mağrurane ortaya atıldı:

“Var mısınız er meydanında çarpışmaya? İçinizde er varsa meydana çıksın!”

Hazret-i Ali (ra) ileri atıldı. Elinde o çift başlı kılıç Zülfikâr vardı. Talha b. Ebi Talha’ya cevap verdi: “Varlığımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim: seni kılıcımla cehenneme göndermedikçe, ya da kılıcımla cennete gitmedikçe seni bırakmayacağım!”

Hazret-i Ali (ra) bu haykırışla birlikte Talha’nın başına Zülfikâr’ı geçirdi. Başını çenesine kadar yararak ikiye ayırdı. Talha yere yıkıldı.

Kureyş sancaktarının yere devrilmesi Peygamber Efendimiz’i (asm) ve İslâm ordusunu son derece sevindirdi, müşriklerin moralini bozdu.

Müslüman’lar tekbirler getirdiler.

Savaşın ilerleyen dakikalarında az sayıda Müslümanın kendisini korumaya aldığı Peygamber Efendimiz (asm) üzerine, bir gurup müşrikin mağrurane geldiği görüldü.

Peygamber Efendimiz (asm) Hazret-i Ali’ye: “Ya Ali! Hücum et!!” buyurdu.

Hazret-i Ali (ra) Zülfikâr’ı kaptığı gibi, müşriklerin üzerine yürüdü. Müşrikleri geri püskürttü. İçlerinden birini de yere serdi.

O esnada orada bulunan Cebrail (as) Peygamber Efendimize (asm): “Ya Resulallah! Bu sizin için yapılan bir yiğitliktir!” dedi.

Peygamber Efendimiz (asm): “O bendendir, ben de ondanım!” buyurdu.

Ardından Cebrail (as): “Lâ fetâ illâ Ali ve lâ seyfe illâ Zülfikâr” (Zülfikâr gibi kılıç, Ali gibi yiğit bulunmaz!) diye söyledi.

Uhud Savaşında Hazret-i Ali (ra) Zülfikâr’la müşriklerden dokuz kişiyi öldürdü. Bu kılıcın daha sonra Hazret-i Ali (ra) tarafından Necef’te denize atıldığı, fakat sonradan Med’den gelen Ebu Müslim Horasanî tarafından bulunup çıkarıldığı ve bilâhare Yavuz Sultan Selim Han’ın kutsal emanetler listesinde İstanbul Topkapı Sarayına getirildiği rivayet edilir. Bu gün Topkapı Sarayında muhtemelen aslı, ya da nihayet bir söylentiye göre kopyası Zülfikâr adıyla sergilenmektedir.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin dinsiz felsefenin bütün batıl fikirlerini çürütüp küfrün belini kırarak, aklı ikna eden hikmet dolu burhanlarla üç iman esasını ispat ettiği eserinin adı da Zülfikârdır. Dört yüz sayfayı geçen bu eserde Hazret-i Muhammed’in (asm) hak peygamber, Kur’ân’ın hak kitap ve ahiret gününün muhakkak bir gelecek olduğu, deccalizmin bütün şüphelerine ve saldırılarına cevap verir bir şekilde ortaya konmuştur.

İlk defa bir kitap hacmi çerçevesinde düzenlenmesi bizzat Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri tarafından yapılan Zülfikâr, bu gün konuları itibariyle Risâle-i Nur Külliyatı içerisindeki yerlerine dağılmış vaziyettedir.

Zülfikâr Üç Makam ve bir Hatime’den oluşmaktadır.

1. Makam: Mu’cizât-ı Kur’âniye (25. Söz) (Kur’ân’ın en büyük mu’cize olduğu bu eserde ispat ediliyor.)

2. Makam: Mu’cizât-ı Ahmediye (19. Mektub): (Peygamber Efendimiz’in (asm) çok sayıda mu’cizesine yer verilen bu eserde, Peygamber Efendimiz’in (asm) peygamberliği ispat ediliyor.)

3. Makam: Haşir Risâlesi (10. Söz): (Mahşer gününün, sıratın, cennetin, ebedi saadetin ve cehennemin hak olduğunun ve bütün insanlığı bekleyen bir gelecek olduğunun ispat edildiği eserdir.)

Hatime kısmında ise Bediüzzaman Said Nursî’ye ve Hasan Feyzi Yüreğil’e ait bazı mektuplar ve Arapça Hizb-i Nûrî bulunmaktadır.

Bediüzzaman Hazretleri Asâ-yı Musa ile Zülfikâr’ı şöyle karşılaştırıyor: “Bu acîb asırda, ehl-i îman Risâle-i Nur’a ve ehl-i fen ve mektep muallimleri Asâ-yı Mûsa’ya şiddetle muhtaç oldukları gibi, hâfızlar ve hocalar dahi Zülfikâr’a şiddetle muhtaçtırlar. Evet, meselâ, i’câz-ı Kur’âniye bahsindeki ekser âyetlerin medâr-ı şüphe ve îtiraz olmuş aynı yerlerde i’câzın lem’aları ve Kur’ân’ın güzel nükteleri ispat edilmiş.”1

Dipnot:

1. Asay-ı Mûsâ, s. 9.