Siyasetin Müslüman üzerindeki tahribatı

Ordu’dan Kasım Müezzinoğlu: “Kastamonu Lâhikası 30 nolu mektup’ta geçen âlim zat ve İslâm düşmanı kâfir kimdir ve Ehl-i Beyt’ten seyitler cemaatinin kâfire mağlubiyeti hangi olaydır?

SİYASET MÜSLÜMAN’I BOZUYOR

Siyaset Müslüman’ın ahlâkını bozuyor, dilini yalana alıştırıyor, gönlünü dünyaya çeviriyor, ferasetini gideriyor, basiretini bağlıyor, takvasını alıyor, şerefini çalıyor, ruhuna husumet tohumu ekiyor, uhuvveti bitiriyor, insafını ve iz’anını yok ediyor.

Bu hasarları telafi edecek hangi yararı, hangi fazileti, hangi değeri var?

Oy verip hükümet dikmenin dışında, Allah aşkına, siyasî tarafgirlik Müslüman’ın günlük hayatına zarardan başka ne getiriyor?

Partizanlık, kendine bunca hasar vermeye, bunca baş göz kırmaya değer mi?

DİNDAR BİR ÂLİMİN DÜŞTÜĞÜ HANDİKAPLAR

Bahsettiğiniz mektup1, Kastamonu’da Çaycı Emin Bey ile Mehmet Feyzi Efendinin Üstada bir sualleri ve Üstad’ın bu suale verdiği cevapla ilgilidir.

Sual şudur: “Diyorsunuz: ‘Siyasî geniş daireleri merakla takip eden, küçük daireler içindeki vazifelerinde zarar eder.’ Bunun izahını istiyoruz.”

Bediüzzaman, Asa-yı Mûsa’nın Dördüncü Meselesi’nde, iç içe geçmiş dairelerden bahsediyor ve en küçük daire olan kalp ve mide dairesinde Müslüman’ın en büyük vazifesi bulunduğunu, daireler büyüdükçe vazifelerin küçüldüğünü, büyük dairelerde her Müslüman’ın vazifesi bulunmadığını, fakat cazibedarlığı cihetiyle büyük dairelerle her Müslüman’ın meşgul olduğunu, bu meşguliyetin ise Müslüman’ın başta iman olmak üzere ahlâkına zarar verdiğini örneklerle açıklıyor.

Çaycı Emin Bey ile Mehmet Feyzi Efendinin soruları bu mesele ile ilgilidir.

Bediüzzaman verdiği cevapta, dindar bir âlimden örnek veriyor.

Bu dindar âlim, İslâm düşmanı bir kâfirin mağlup olmasına çok üzülüyor; Ehl-i Beyt’ten seyyidler cemaatinin bir kâfire mağlup olmasına ise çok seviniyor.

Bediüzzaman, siyasetin bu dindar âlimi ne hâle getirdiğini nazara veriyor.

BİZE NUR’UN YAKLAŞIM TARZI LÂZIM

Bediüzzaman isim zikretmiyor. Ne bu dindar âlimin kimliğinden bahsediyor, ne bu İslâm düşmanı kâfirin kim olduğundan, ne de Ehl-i Beyt’ten seyyidler cemaatinin kâfire karşı mağlup edildiği olayın detayından…

Bediüzzaman ayrıntıya girmiyor. Bence, biz de ayrıntıya girmeyelim.

Bize isim lâzım değil!

Bize olayın mahiyeti ve Nur’un yaklaşım tarzı lazım!

BÜYÜK DAİRELERİN BOŞ KARNI

Evet, dün böyleydi, bu gün de böyle!

İfsat ve zındıka komiteleri, Müslümanın en küçük dairesindeki en büyük vazifesine doğrudan zarar veremiyor belki. Fakat Müslüman’ın nazarını büyük dairelere çekmek suretiyle, Müslüman’a kendi eliyle küçük dairedeki büyük vazifesini unutturuyor.

Müslüman’ı Müslüman’a düşman edebiliyor.

Sonra da şeytan gibi, Müslüman’ın karşısına geçip gülüyor.

Bediüzzaman bu nedenle Müslüman’ı, bahusus Nur Talebelerini başta siyaset olmak üzere büyük dairelerdeki hantal işlerden ve bu işlerin tarafgirliklerinden ve polemiklerinden uzaklaştırıyor.

Dipnot:

1- Kastamonu Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2006, s. 65, 66, 67.