İmânın izzeti ve küfrün gururu

Şanlıurfa’dan Semîre Uluç: “Sâd Suresinin ikinci âyetini îzah eder misiniz? Ebu Tâlip Cehennem’e gitse de bir nevi hususî bir saadeti olacağını Hazret-i Üstad müjdeliyor. Bu müjde başkası için de geçerli mi?”

Mekke’de nâzil olan Sâd Sûresi, Peygamber Efendimizin (asm) Kureyşlilere “Lâ İlâhe illallah” dâvâsını tebliğde gösterdiği izzet ve sebata karşı, kavminin inat ve temerrüdünü konu alarak başlar.

Ebu Tâlip hastalandığında Kureyşliler gelerek, “Ey Ebû Tâlip! Sen büyüğümüzsün! Ölüm döşeğine düştüğünü görünce, endişe duymaya başladık. Kardeşinin oğlu ile aramızda olup biteni biliyorsun. Onu çağır ve aramızda hakem ol. O bizden ayrılsın, biz de ondan ayrılalım. Artık bizimle uğraşmasın. Bizim dînimize karışmasın” dediler.

Ebû Tâlip, hayatı boyunca gözünün nûru gibi koruduğu ve çok sevdiği yeğeni Sevgili Peygamber’imize (asm) haber gönderdi.

Peygamber Efendimiz (asm) geldi; Ebû Talib’in yanındaki boş yere geçmek isteyince, Ebû Cehil beklenmedik bir sıçrayışla boş yere kendisi geçti ve Sevgili Resûl (asm) kapının yanında kaldı.

Ebû Talip: “Yeğenim, bunlar seninle hesaplaşmaya gelmişler!” dedi.

Allah Resûlü (asm): “Ey amcacığım! Ben onları öyle bir kelimeye davet ediyorum ki, eğer davetime icâbet ederlerse Araplar onlara boyun eğecekler; Arap olmayanlar onlara cizye verecekler!” buyurdu.

Kureyşlilerin içi bir an ferahladı. Yüzlerinde sevinç dalga dalga yayıldı. Heyecanla atıldılar: “Babanın aşkı için ondan fazlasına da geliriz! Nedir o kelime?” dediler.

OKU:   Risale-i Nur ve Yâsin

Allah Resulü (asm): “Lâ İlâhe illallah deyiniz” buyurdu.

Sözünü daha bitirmeden orada bulunanların hepsi elbiselerini dövmeye ve çırpınmaya başladılar. Telaşla: “Yâ Muhammed! Sen ilahlarımızı bir tek ilah yapmak istiyorsun? Şaşıyoruz sana!” demeye başladılar. Sonra da, birbirlerine: “Bu adam, sizi istemediğiniz şeye çağırıyor. Gidin, Allah sizinle onun arasında hükmünü verinceye kadar atalarınızın dîninde direnin” dediler ve dağıldılar. (1)

Sâd Sûresinin ilk yedi âyetinin nüzul sebebinin bu hâdise olduğu rivâyet edilir.(2) İlk iki âyetin meâli şöyledir: “Sâd. Öğüt veren Kur’ân’a and olsun ki, inkâr edenler gurur ve ayrılık içindedirler.”(3)

Bu âyetlerde inkâr ehlinin gurur, tekebbür, büyüklenme ve kibirlenme içinde oldukları beyan edilmekte; “küfür” sıfatının, ayrılık ve şikaka neden olduğuna dikkat çekilmektedir. Zâten nüzûl sebebi olan hâdisede inkârcıların kibir ve şikakları meydandadır. İnkârın tekebbür ve şikak nedeni olduğunu vurgulayan âyetler, mefhum-u muhâlifiyle de ehl-i îmân için gurur ve ayrılıkların yanlışlığına dikkat çekmektedirler. Çünkü îman birleştiricidir. Ehl-i imanın kâfirlere karşı izzet içinde ve güçlü olmalarını isteyen Kur’ân; birbirlerine karşı alçak gönüllü ve merhametli bulunmaları lüzûmunu önemle vurgular. (4)

Ebû Tâlib’in, Peygamber Efendimizin (asm) risâlet görevini değil; şahsını ve zâtını pek ziyâde sevdiğini beyan eden Bedîüzzaman Hazretleri, O’nun o şahsî ve ciddî şefkatinin Cenab-ı Hak katında zâyi olmayacağını; binâenaleyh inkâr ve inada değil, hicap ve asabiyet-i kavmiye gibi olumsuz hislere dayanarak makbul bir îman getirmeye muvaffak olamayan Ebû Talib’in Cehennem’e gitse bile, hasenâtına mükâfât olarak Cehennem içinde bir nevi husûsî Cennet’i olacağını kaydeder. (5)

OKU:   İcmâ, istişâre ve yönetim sorumluluğu

Cehennem içindeki husûsî Cennetin keyfiyeti ve tanzimi hiç şüphesiz Cenâb-ı Hakk’a aittir. Ancak kişinin Cehennem’de ameline uygun bir tabakada bulunacağını, her tabakanın azap değerinin bir diğerinden farklı olacağını; Cenâb-ı Hakk’ın bazı has kullarının azabını Cehennem içinde de hafifleteceğini rivâyetlerden öğreniyoruz. Cenâb-ı Hakk’ın hikmeti ve adâleti umumî olduğuna göre, bu müjdenin de umumu ihâta ettiğini ummak kulluğa daha münâsiptir. Takdir Cenâb-ı Hakk’ındır.

Benzer konuda makaleler:

image_pdfimage_print

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir