Doğru İslâmiyeti öğrenmek için

 İstanbul’dan Hasan Aydın: “Bazı TV ve Radyo programlarını takip ediyoruz, aklımız çok karışıyor. Dinimizi nasıl bir metotla öğrenelim ki, bizi kimse yanlışa götüremesin?”

Yol Haritamız

Dinimizi bizi kimsenin yanlışa götüremeyeceği bir metotla doğru öğrenmek elbette gereklidir ve bu, biz istersek mümkündür. Bunun için:

1-Öncelikle duamız bu yönde olmalı.
2-Çok okumalıyız.
3-Öğrendiklerimizle amel etmeliyiz.
4-Öğrendikleriyle amel eden bir topluluğun içinde veya komşulduğu yerde olmalıyız ve bu topluluğa kanaat etmeliyiz.

Önce Dua…

Dua ile işe başlamalı ve dua ile devam etmeliyiz. Çünkü duada iddia yok, doğru amel isteği vardır. Kur’ân’da ve Resulullah’ın (asm) dilinde öyle dua örnekleri vardır ki, başka dua metni aramamıza hiç ihtiyaç kalmıyor.

Mesela, namazda kıyamda okuduğumuz Fatiha Suresi zengin bir dua bahçesi gibidir. “Bize sırat-ı mustakim üzere hidayet ver! Ve bu hidayeti devamlı eyle! Bu öyle bir hidayet ki, daha önce bu zengin nimeti binlerce Peygambere ve evliyaya verdin. Bizi öyle bir dalâletten uzak tut ki, daha önce dalâlete giren binlerce insan gazabına uğramaktan kendisini kurtaramadı. Bizi onların yolundan uzak eyle. Bizi gazabına uğramamış ve dalalete girmemiş insanların yollarına ilet!”

Bu duayı her namazda kıyamda Fatiha Suresi’ni okumak suretiyle vâcip olarak yapıyoruz. Demek, bu dua üzere olmak için beş vakit namazı kılmak gerekiyor.

O zaman, işe namazla başlamalıyız. Namazda başka vazgeçilmez dualar da vardır. Ve bu duaların tamamı, bizim Sırat-ı Mustakim’de olma ve Rıza-ı Bari’yi kazanma konusunda inşallah elimizden tutacaktır.

Namazla ibadetlere başlamış olmaktayız. Diğer farzları da yeri geldikçe ihmal etmediğimizde, makbul bir yoldayız demektir.

Farzları yapmakla beraber, günahlardan sakınabildiğimiz ölçüde de, inşallah Bediüzzaman’ın müjdesine ulaşmamız mümkün olur. Nitekim Bediüzzaman bu zaman insanının kurtuluş reçetesini şöyle veriyor: “Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur.”1

Sonra Okumak…

Biz kitaplı bir dine mensubuz. Okumak bizde ibadetlerin başında yer alır.

Bu nedenle, Kur’ân’ın ilk emri oku olmuştur.

Okumak güç’tür, kudrettir, imandır, iman-ı tahkîkinin yoludur, hakîki imanı elde ederek, dünyaya değil, kâinata meydan okumanın adıdır.

Öyleyse okumaktan taviz vermeyeceğiz.

Ne mi okuyacağız?

Bu zamanda imanın kalesi, ihlâsın zirvesi, İslamiyet’in ihya edicisi, sünnet-i seniyyenin ikame edicisi, din-i mübinin hidayet rehberi, akıl ile kalbin imtizaç ettiricisi, nefsi ve şeytanı teslime mecbur eden Risale-i Nur’dur. Kur’ân’dan süzülüp gelmiştir. Kur’ân’ın bu asra ikramıdır, yadigârıdır, feyzidir, bereketidir, nurudur, tefsiridir, reçetesidir, mihengidir, hidayetidir. Kur’ân’ın öz malıdır.

Bu asırda doğru İslamiyet’i öğrenmek ve yaşamak hiç şüphesiz Risale-i Nur’u okumaktan geçiyor.

Bu bir-iki okuyuş değil; okumayı hayatın merkezine alan bir okuyuştur.

“Okumazsam olamam!” diyen bir okuyuştur.

Sözlerim mübalağa değildir. Akıl nur istiyor, kalp feyiz istiyor.

Nasıl ki, midemize istediği gıdaları vermediğimizde aç kalıyor ve bizi sürekli taciz ediyor. Bize hayat kaynağı olmuyor.

Unutmayalım ki, ancak böyle bir okuyuşla Risale-i Nur kendisini bize açıyor ve iman hakikatlerini akla nur ve kalbe feyiz olarak veriyor. Aklımızı ve kalbimizi doyuruyor.

Yoksa bu helâket ve felâket asrında aklımızın karışmasını engelleyemeyiz.

Ve Şahs-ı Manevî

Doğru İslamiyet’i öğrenmek ve yaşamak için Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini, yani Risale-i Nur okumayı hayatının merkezine alan insanları bulmak, dâhil olmak ve onlara kanaat etmek de, Risale-i Nur’u okumak kadar önemlidir.

Bu bizim daha hızlı yol almamızı, hakikatlere daha hızlı ulaşmamızı, doğru İslamiyet’i daha hızlı öğrenmemizi ve yaşamamızı sağlar.

Dipnot:
1. Kastamonu Lahikası, s. 110